Rönesans Dönemi Mimarisi

Tanım

Mark Cartwright
tarafından yazıldı, Burak Yildiz tarafından çevrildi
23 Kasım 2020 tarihinde yayınlandı
Diğer dillerde mevcut: İngilizce, Flemenkçe, Fransızca, İspanyolca
X
Print Article
Saint Peter's Basilica, Rome (by Wolfgang Stuck, Public Domain)
Aziz Petrus Bazilikası, Roma
Wolfgang Stuck (Public Domain)

İtalya'da ortaya çıkan Rönesans dönemi mimarisi, genellikle 1400 ila 1600 yılları arasında tanımlanan bir dönemde Gotik tarzının yerine geçmiştir. Bu dönemde Rönesans yapılarının özellikleri arasında klasik düzenlerin ve matematik açısından kesin yükseklik ve genişlik oranlarının kullanılması ile birlikte bunların simetri, orantı ve uyum arayışı bulunmaktadır. Her türden yapıda sütunlar, alınlıklar, kemerler ve kubbeler yaratıcılıkla tasarlanmıştır.

Roma'daki Aziz Petrus Bazilikası ya da San Pietro Bazilikası (İtalyanca: Basilica di San Pietro in Vaticano), Roma Tapınağı ve Floransa Katedrali'nin kubbesi gibi eserler Rönesans'ın dünya çapındaki başka yapılarını da etkileyen şaheserleri arasındadır. Bu konudaki fikirlerin Avrupa'ya ve hatta ötesine yayılmasına yardımcı olan resimli metinlerin sayısının çoğalması da Rönesans mimarisinin bir diğer tanımlayıcı özelliğidir. Pek çok ülkede Rönesans tarzı sıklıkla yerel geleneklere karışmış ve sonunda 17. yüzyıldan itibaren bol süslemeli Barok tarzı ile karşı karşıya kalmıştır.

Günümüzde genellikle üç döneme ayrılan Rönesans mimarisi gelişmekte olan bir akım niteliği taşıyordu:

  • Erken Rönesans Dönemi (1400 civarı ve sonrası), klasik görüşlerin ilk deneme niteliğindeki yeniden kullanılışı
  • Yüksek Rönesans (1500 civarı), klasisizmin tam anlamıyla yeniden doğuşu
  • Maniyerizm (diğer bilinen adıyla Geç Rönesans, 1520-30 civarı ve sonrası) mimarinin giderek daha süslü ve klasik temaların yeniden kullanımının her zamankinden daha yaratıcı hale geldiği dönemdir.

Hem ülkeler hem de birbirinden ayrı kentler açısından coğrafyaya dayanan bu değişimlerin tam anlamıyla ne zaman geliştiği konusunda tarihçilerin nadiren uzlaştığı görülmektedir.

Rome's Pantheon
Roma Panteonu
Capitu (CC BY)

Geçmiş Üzerine Çalışmalar

Rönesans dönemi, antik çağa duyulan yoğun ilginin hem düşünce hem sanat hem de mimari açıdan yeniden doğuşuna tanıklık etmiştir. Bu dönemde Rönesans mimarları açısından üzerinde çalışılması gereken ilk ve en bariz husus, başta İtalya olmak üzere Güney Avrupa'da hala görülen Greko-Romen dönemine ait çok sayıda kalıntıydı. Çeşitli durumlarda harabeye dönmüş olan bazilikalar, Roma hamamları, su kemerleri, amfitiyatrolar ve tapınaklar hala görülebiliyordu. Bazı yapılar, örneğin Roma'daki Pantheon (yaklaşık M.S. 125), son derece mükemmel korunmuş durumdaydı. Bu yapılar mimarlar tarafından incelenerek gerekli ölçümler yapılmış ve yapıların detaylı çizimleri yapılmıştır. Aynı zamanda Bizans yapılarını (bilhassa kubbeli kiliseleri), Romanesk mimarinin özelliklerini ile Orta Çağ yapılarını da incelemişlerdi. Pek çok İtalyan mimara göre Gotik tarzı, işgalci ve İtalyan geleneklerine 'zarar veren' bir 'kuzey' buluşu gibi görülüyordu. Dolayısıyla, her ne kadar orta çağ mimarisi tamamıyla ortadan kaldırılmamış olsa da, pek çok açıdan Rönesans mimarisi İtalya'nın köklerine dönüşü temsil ediyordu.

BU BEŞ KLASİK MİMARİ DÜZEN, RÖNESANS MİMARŞSİNİN BAŞLICA KURALLARINI OLUŞTURMUŞTUR: BUNLAR TOSKANA, DOR, İYON, KORİNT VE KOMPOZİT'TİR.

Çalışmanın ikinci bir noktası da günümüze ulaşan antik metinler, bilhassa da Romalı mimar Vitruvius'un (yaklaşık M.Ö. 90 - yaklaşık M.Ö. 20) Mimarlık Üzerine adlı eseridir. M.Ö. 30 ile 20 yılları arasında yazılmış olan bu eser, antik mimarlık ve mühendislik tarihini yazarın konuyla ilgili kişisel deneyim ve tavsiyeleriyle birleştirmektedir. Eserin ilk baskısı 1486 yılında Roma'da çıkmıştır. Bu eseri derinlemesine inceleyen Rönesans mimarları, eserdeki simetriye ve matematik oranlarına yapılan vurgu üzerinde çalışmış ve hatta çoğu durumda Vitruvius'un yalnızca kelimelerle tarif ettiği yapıları inşa etmeye çalışmışlardır. Hatta belki de daha büyük bir etkisi, Vitruvius'un pek çok Rönesans mimarına kendi eserlerini yazmaları konusunda esin kaynağı olması oldu (aşağıya bakınız).

Five Classical Orders of Serlio
Serlio'nun Beş Farklı Mimari Düzeni
Robert Peake (Public Domain)

Günümüzdeki Etkileri

Mimarlar yalnızca uzak geçmişe değil, aynı zamanda meslektaşlarının başka yerlerde neler yaptıklarına da odaklandılar. Yapılan çizimler ile basılı eserler sayesinde yeni tasarımlar çok geniş bir alana yayıldı, böylelikle yeni binaları bizzat görme imkânı bulamayan kişiler gelişen eğilimlere dair bilgi edinebildiler. Bazen etkiler hiç beklenmedik yerlerden geliyordu. Floransalı ressam ve heykeltıraş Michelangelo (1475-1564) tüm Rönesans sanat eserleri arasında en ünlülerinden bazılarını ortaya çıkardı ve bunlar daha sonraki sanatsal tarzları derinden etkilemişti. Onun sanatta kullandığı klasik figürleri cesur ve süslü bir yaklaşımla yeniden tasarlaması mimarları da etkileyerek onları klasik unsurları birbirine karıştırarak daha süslü hale getirme konusunda yeni fikirler denemeye teşvik etmiştir. Michelangelo'nun doğrudan kendisi de mimariyle ilgilenmiştir. Onun Laurentian Kütüphanesi, San Lorenzo, Floransa (1525), 46 metre (150 ft) uzunluğunda olan okuma odasıyla, estetik ve işlevselliğin zafer dolu bir birleşimiydi - bu iki birbirinden ayrılmaz düşünce Rönesans mimarları açısından önemliydi.

Mimarlığa dönüşen bir başka etkileyici sanatçı da Rafael idi (1483-1520). Kendisi de Roma'daki Palazzo Bronconio dell'Aquila (tasarlanmış kayıp bir saray olan yer günümüzde yıkılmış durumdadır) ile mimarlığı benzer oranda etkilemiştir. Bu binanın çok zengin bir dış süslemesi vardı ve sütunların, oyukların ve alınlıkların geleneksel ve işlevsel düzenlemelerinin kasten ve yeni bir karışımından oluşuyordu.

Bununla birlikte, bu sanatçılardan daha da etkileyici olan, yapıları, incelemeleri ve yaşam öyküleri ile düşüncelerini İtalya ve Avrupa'ya yayan konusunda uzmanlaşmış mimarlardı. Rönesans mimarisinin babası sayılan Filippo Brunelleschi (1377-1446) bu isimlerden biridir. Brunelleschi bilhassa doğrusal perspektifteki çalışmalarla ve binaların inşa edildikleri yakın çevreyi de göz önünde bulunduran biçimlerinde uyumlu bir sadeliğe ulaşmakla ilgilenmiştir. Klasik oranlara, sade geometriye ve uyuma yaptığı vurgu, Brunelleschi'nin yeni bir mimari dile dönüşmesinde başlıca etkenler olmuştur.

Dome of Florence Cathedral by Brunelleschi
Brunelleschi'nin Tasarladığı Floransa Katedrali'nin Kubbesi
Birasuegi (CC BY-SA)

Söz konusu bu mimari dil, Sebastiano Serlio (1475-1554) tarafından son derece etkili bir kuramsal ve uygulamaya dayalı eser olan Mimarlık Üzerine Yedi Kitap'ta resmen kanonize edilmiştir (aşağıya bakınız). Serlio tarafından geliştirilen beş temel mimari düzen, ilk olarak 1450'lerde mimar ve akademisyen Leon Battista Alberti (1404-1472) tarafından belirlenmiştir. Söz konusu düzenler şunlardır: Toskana, Dor, İyon, Korint ve beşincisi olan Kompozit (İyon ve Korint unsurlarının bir karışımı). Mimarlar bu düzenlerle oynayarak, tamamen benzersiz yapılar ortaya çıkarmak suretiyle bunları birbirine karıştırır ve baştan tasarlarlardı. Ayrıca tasarımcılar, bu karışıma, bilhassa Yüksek Rönesans mimarisinin kurucusu sayılan Donato Bramante'nin (1444-1514 civarı) çalışmalarında görülen, yanılsamalı perspektife dayalı ustaca teknikler gibi farklı düşünceler de ilave ettiler. Mimarların her birinin Rönesans mimarisi olarak bilinen harekete ne kattığını daha iyi kavrayabilmek amacıyla, dönemin bazı önemli yapılarını ele almak gerekir.

Kiliseler

Kiliseler her toplumun çok önemli bir unsuru olmaya devam etmiştir ve Rönesans'ın bu alandaki en önemli katkılarından biri Brunelleschi tarafından tasarlanıp inşa edilen Floransa'daki Santa Maria del Fiore (Duomo ya da Floransa Katedrali olarak da bilinir) katedralinin kubbesidir. Yapımı 1436 yılında tamamlanan tuğla kubbe, tabandan 45.5 metre (149 ft) çapında olup, o dönemde katedrali Avrupa'nın en büyük ve en yüksek binası haline getirmiştir. Parlak bir tasarıma sahip olan kubbe, inşaat aşamasında sabit bir merkezleme (geçici ahşap yapı iskelesi) olmadan inşa edilmiştir. Aksine, kubbenin her bir yuvarlak tabakası, üzerine başka bir tabaka ilave edilmeden önce tamamlanmıştır. Kubbe, tabandan zirveye doğru yükselen ve kendi kendini destekleyen kemerler oluşturan 8 dış ile 16 iç nervür sayesinde kendi kendini taşımaktadır. Bu sistemin bir getirisi olarak kubbenin sivri bir görünümü bulunmakta ve sekiz farklı kenardan oluşmaktadır. Mimar açısından dikkat edilmesi gereken başka bir husus da, sivri bir kubbenin altındaki tambura yarım küreye kıyasla çok daha az yan baskı yapması ve böylece göze hoş görünmeyen uçan payandalar gibi fazladan destek ihtiyacını ortadan kaldırmasıydı. Destekleyici bir balıksırtı düzeninde döşenmiş tuğlalardan yapılan kubbeye, çifte kabuğa sahip olmasıyla daha fazla güç ve hafiflik kazandırılmıştır. Son olarak, görünüşe göre Rönesans artık antik çağın karmaşık mühendislik başarılarını geride bırakmıştı.

Facade of Basilica of S. Andrea, Mantua by Alberti
Alberti'nin Mantua'daki S. Andrea Bazilikası'nın Ön Cephesi
Geobia (CC BY-SA)

Her ne kadar Avrupa'da kiliseler yaygın olsa da, artık pek çoğu modern bir görünüme kavuşmuştur. Böyle projelerde karşılaşılan sorun, orta çağın yüksek tavanlı kilisesi ile klasik mimarinin simetrisinin birbirine nasıl uyum sağlayacağıydı. Bunun üzerine Alberti şöyle bir çözüm buldu: üç adet eşit büyüklükte dörtgen şeklinde bir cephe tasarlamak (her biri girişin iki tarafında ve bir diğeri de yukarıda üçgen bir alınlıkla taçlandırılmış). Bu düşünce Floransa'daki Santa Maria Novella Bazilikası'nın cephesinde gerçeğe dönüştürülmüştür (1470 yılında tamamlandı). Sütunların ve alınlığın kullanımı güçlü bir biçimde bir Roma tapınağı cephesini çağrıştırmaktadır. Alberti, Mantua'daki San Andrea Kilisesi (yaklaşık 1470'te tasarlandı) için tasarladığı cepheyle bu düşünceyi daha da ileriye götürmüştü. Yakından bir Roma zafer takına benzeyen bu yapı, Rönesans'ın klasikleşen ilk anıtsal binasıdır. Ayrıca iç mekan, antik çağdan bu yana inşa edilen en büyük yapı olan devasa iskeleleri ve beşik tonozlu tavanıyla kemer motifini tekrarlamaktadır.

Roma'daki San Pietro Bazilikası, Bramante tarafından tasarlanmış ve 1510 civarında tamamlanmıştır. Aziz Petrus'un çarmıha gerildiği düşünülen yerde bulunan bu yapı, antik dönemden kalma Dor düzeninin tamamını kullanan ilk Rönesans yapısı olmuştur. Klâsik ve Hristiyan düşüncelerini harmanlayan tasarım, mimaride dile getirilen Rönesans hümanizm düşüncesinin muhteşem bir örneğidir. Antik binalardan çıkarılan 16 adet klasik sütun yalnızca zarif ve sade olmakla kalmamış, aynı zamanda tapınağın dairesel tasarımı, geometrik formların en ulvisi olduğu düşünüldüğünden bir kilise tasarımı açısından kusursuz bir şekle sahip olarak değerlendirilmiştir. Ayrıca, Hristiyanlıkta şehitlerin anısına yapılan binalar geleneksel anlamda merkezi planlı yapılardı. Sütunlardan oluşan bir halkanın içinden geçerek yükselen kubbeye doğru uzanan zarif cephe ve beşik tonozlu merkez, ilerleyen dönemlerde her yerde örnek alındı ve günümüzde de Londra'daki Aziz Paul Katedrali'nden Amerikan Kongre Binası'na kadar dünyanın dört bir yanındaki yapılarda görülebilmektedir.

Tempietto of San Pietro, Rome
Tempietto Tapınağı, Roma
Quinok (CC BY-SA)

1565 yılında Andrea Palladio (1508-1580), Roma'daki Roma Forumu'nda bulunan 4. yüzyıldan kalma Maxentius Bazilikası'ndan esinlenerek Venedik'teki San Giorgio Maggiore Kilisesi üzerinde çalışmaya başladı. Tıpkı Alberti gibi Palladio da arkasındaki orta çağa ait çarpık yapıya klasik bir görünüm kazandırmaya çalışmıştı. Korint sütun başlıklarının taşıdığı devasa tabanlar üzerinde yer alan sütunların bulunduğu cephe, birbirine geçmiş durumda olan iki tapınak cephesinden oluşmaktadır. Bu, Palladio'nun eğimli bir yapının üzerini klasik çizgiler doğrultusunda uzanan simetrik bir cepheyle kaplamak konusundaki bulduğu yaratıcı çözümdür. 1576'da Palladio bu düşünceyi günümüzde Il. Redentore (Kurtarıcı İsa) adıyla bilinen ve yine Venedik'te bulunan kilise yapımında tekrar etmiştir. Kilisenin iç bölümü çok geniş bir nefe sahiptir ve koridorları bulunmamaktadır. Çok az süslemeye sahiptir ve çoğunlukla beyaz renktedir; bunun yerine Palladio, Korint sütunları ve kemerleri üzerindeki yoğun ışık oyunlarıyla kilisenin özelliğini yansıtmayı tercih etmiştir. Kilisenin iç mekanının aydınlığı büyük ölçüde, son derece net Venedik camlarıyla dolu olan yarım daire şeklindeki pencerelerden kaynaklanmaktadır. Her iki Venedik'e ait kilisede de Roma hamamlarında görülen, sütunlardan oluşan perdelerle bölünmüş çok sayıda tonozlu alanlar gibi unsurlara rastlanmaktadır.

Roma'daki yeni Aziz Petrus Bazilikası ile Rönesans mimari özelliklerinin tüm yönleriyle doruk noktasına ulaşılmıştır. Aziz Petrus'un mezarının bulunduğu düşünülen alana inşa edilen eski bazilika yıkılmıştır. Dünyanın en büyük kilisesi olarak Floransa Katedrali'nin sahip olduğu rekor elinden alınmak üzereydi. Bir asırdan fazla süren projede pek çok mimar yer almıştır, ancak ilk büyük tasarım katkısı Bramante'den gelmiştir. Papa II. Julius (1503-1513) tarafından görevlendirilen Bramante'nin tasarımının temel taşının atılması 18 Nisan 1506 tarihinde gerçekleşmiştir. Binanın son taşı ise 1626 yılında konulmuştur. İç mekan 180 x 135 metre (600 x 450 ft) boyutlarındayken, muhteşem kubbe 42 metre (137 ft) çapında ve zemin seviyesinden 138 metre (452 ft) yüksekliğe kadar yükselmektedir.

Halka Açılan ve Ev Tipi Yapılar

Genellikle erken Rönesans döneminin mimarisinin tipik bir örneği sayılan bir halka açık yapı Brunelleschi'nin Floransa'daki Masumlar Hastanesi'dir (1424'te tamamlandı). Brunelleschi'nin ince uzun sütunlarla desteklediği kemerler, alçak kubbeli bir kemeraltıyı ortaya çıkarmış ve 15. yüzyıl boyunca pek çok farklı tipteki halka açık yapının cephelerinde örnek alınmıştır.

Basilica Palladiana, Vicenza by Palladio
Palladio Tasarımı Palladiana Bazilikası, Vicenza (Veneto)
Ylenia (CC BY-SA)

1546 yılında Palladio, Vicenza belediye binası için (daha sonra Palladiana Bazilikası adıyla bilinen) yeni bir cephe tasarımı yapmıştı. Kemerler, 'Palladyan penceresi' diye bilinen, kemeri destekleyen bir dizi kısa çift sütun ve her kemeri çevreleyen daha uzun tek bir sütun oluşturmaktadır. Bu düşünce, mimaride sıklıkla Palladyanizm denilen 'Palladyan hareketi' olarak bilinen akıma katkıda bulunmuştur.

Ev yapıları açısından, Alberti'nin Floransa'daki 1450 tarihli Rucella Sarayı'nda etkili bir biçimde klasik formların yeniden tasarlanması görülebilir. Sütunların oluşturduğu düzleştirilmiş cephe ve kusursuz simetri, opus reticulatum adıyla bilinen antik Roma duvar inşa tekniğine doğrudan bir göndermeyle, elmas süslemeli bir alçak bölüm bile içeriyordu. Söz konusu bina, Rönesans döneminde mimari düzende kullanılan bir cephesi olan ilk yapıdır.

Bramante, 1501 yılında Roma'da inşa ettiği Palazzo Caprini Caprini Sarayı (İtalyanca Palazzo Caprini) ile özel yapılardaki yeni düşüncelere büyük bir katkıda bulunmuştur. Rafael'in 1517'den itibaren bu yapıda yaşamaya başlamasından sonra bu yapı 'Rafael'in Hanesi' olarak bilinmektedir. Yapının üst katı mimari düzende, alt katı ise rustik tarzda tasarlanmış kemerli dükkan cephelerinden oluşuyordu. Her iki kat da birbirine birleşerek son derece simetrik bir cephe oluşturmuş ve sonraki iki yüzyıl boyunca İtalya'daki saray binaları üzerinde son derece etkili olmuştur.

Palazzo Farnese, Rome
Farnese Sarayı, Roma
Myrabella (CC BY-SA)

Ayrıca Palladio ev mimarisinde de son derece etkili olmuştur. İtalya'nın kuzeyindeki Vicenza ve çevresindeki zengin toprak sahipleri adına çalışan Palladio, antik Roma tapınaklarını müstakil evler olarak yansıtan çok sayıda etkileyici villalar tasarlamıştır. Palladio, giriş kısmına büyük bir sütunlu revak (hatta yapının her iki yanına birer tane) ilave etmiş, büyük bir merkezi odanın tepesine bir kubbe yerleştirmiş ve tüm yapıyı yükseltilmiş bir platform üzerine oturtmuştur. Buna en iyi örnek, Vicenza yakınlarındaki Valmarana Villası (Valmarana Scagnolari Zen olarak da bilinir), diğer adıyla 'La Rotonda', 1551 yılı civarında inşa edilmiştir. İlerleyen dönemlerde ise Rönesans mimarları, birbirinden tecrit edilmiş büyük ev yapılarının görsel deneyimini daha da zenginleştirmek maksadıyla teraslı bahçeler ilave etmişlerdir.

XVI. yüzyıl ilerledikçe Rönesans mimarisi yerini daha süslü ve yenilikçi olan Maniyerizm'e (Üslupçuluk) bırakmıştı. Bu ruh hali değişimine iyi bir örnek, Galeazzo Alessi (1512-1572) tarafından tasarlanan Milano'daki Palazzo Marino'nun (M.S. 1558'de tamamlandı) avlusudur. Bu yapı, süsleme amaçlı heykellerle adeta ortadan kaldırılmış klasik unsurların teatral bir şekilde sunulmasıdır. Bu yapıyı, genç Antonio da Sangallo (1483-1546 civarı) tarafından tasarlanan Roma'daki Yüksek Rönesans Palazzo Farnese ya da Farnese Sarayı'nın (1517 civarı) klasik simetrisiyle ve sadeliğiyle karşılaştırın.

Palazzo Marino Courtyard, Milan
Marino Sarayı Avlusu, Milano
Carlo Dell'Orto (CC BY-SA)

Son olarak, Rönesans mimarları sel baskınlarına yönelik savunma yapıları, surlar, halka açık anıt çeşmeler ve kentsel planlama gibi nispeten daha az güzel ama pratik bakımdan faydalı projelerde yer almışlardır.

Mimarlıkla Üzerine Yazılı Eserler

Belirtildiği üzere, pek çok sayıda mimar kendi konularıyla bağlantılı kitaplar yazmıştır. Alberti'nin Yapı Sanatı Üzerine (De Re Aedificatoria) adlı basılı kitabı 1452'de Latince, 1456'da ise Toskana dilinde yayımlandı. Bu eserinde Alberti, klasik mimarinin belirleyici ilkelerini listeleyerek bunların günümüz Rönesans yapılarına nasıl uygulanabileceğine değinmiştir. Alberti, yapıların her yönden görülebilmesi, tasarımcının iç ve dış mekanı birbirine eşit derecede değerlendirmesi ve hem boyut hem de görünüm açısından etkileyici olması gerektiğini vurgulamıştır. Bu kitap, 1485 yılında Mimarlık Üzerine On Kitap adıyla basıldığında, bir tür mimarın kutsal kitabı haline gelmişti. Haklı gerekçelerle Alberti 'Floransalı Vitruvius' olarak anılmaya başlandı. Alberti'nin çalışmaları aynı zamanda mimarlığın toplumdaki rolü, bir binanın tasarımıyla işlevi arasındaki ilişki üzerine daha geniş bir tartışmayı başlattı ve bu alanla doğrudan bağlantısı olmayan insanların mimarlık üzerine konuşmasını beraberinde getirmişti.

Serlio'nun Mimarlık Üzerine Yedi Kitap'ı (1537-1575) yalnızca yukarıda belirtilen beş farklı mimari düzeni kanonize etmekle kalmamış, aynı zamanda antik dönemden günümüze kalan yapıları, günümüz mimari kuramını ve mimarlar açısından modellere dayalı uygulamalı tavsiyeleri de kapsamıştır. Bu eserlerin en önemli özelliği, çoğunlukla Serlio'nun kendisi tarafından çizilen çok sayıda detaylı ve hassas ahşap baskılı illüstrasyon içermesidir. Bu konuda bir başka etkili ve çok okunan kitap da Giacomo Barozzi da Vignola'nın (1507-1573) 1562 tarihli Beş Mimari Düzeni (Regole delle cinque ordini) adlı kitabıdır.

Pages from Serlio's Seven Books on Architecture
Serlio'nun Mimarlık Üzerine Yedi Kitabından Sayfalar
François de Dijon (CC BY-SA)

1556 yılında Palladio, kahramanı Vitruvius'un Mimarlık Üzerine adlı eserinin yeni bir baskısı için bir dizi illüstrasyon hazırladı ve ardından Mimarlığın Dört Kitabı (1570) ile büyüyen Rönesans kütüphanesine kendi katkılarını gerçekleştirdi. Kısa zamanda mimarlar arasında popüler olan bu eser, 1663 ve 1738 yılları arasında dört İngilizce baskısı da dahil olmak üzere pek çok Avrupa diline tercüme edilmiştir. Eserde malzemelerden, mimari düzenlerden, ev ve kamu binalarından bahsedilmekte ve Roma tapınaklarının rekonstrüksiyonları yer almaktadır. Bu kitaplar Palladio'nun mimariye yönelik düşüncelerinin yaygınlaşmasına katkıda bulunmuştur; zira her ne kadar klasik mimariye odaklansalar da, yazarlar açıklamaları görselleştirmek maksadıyla çoğunlukla kendi tasarımlarını kullanmışlardır.

Rönesans Düşüncelerinin Yayılması

Farklı kentlere seyahat eden mimarlar ve yazılı eserlerin yayılması, İtalya'nın mimari devrime tanıklık eden yegane ülke olmamasına katkıda bulundu. Çoğu zaman kitaplar tercüme ediliyordu ve bu sayede, örneğin Serlio'nun kitaplarındaki son derece süslemeli 50 kapı illüstrasyonu Kuzey Avrupa'daki Maniyerist mimarlar arasında popüler hale gelmişti.

Ayrıca mimarlar yurtdışına da taşındılar. Örneğin Serlio 1541'de İtalya'dan ayrılarak Fransa'ya gitmiş ve bu ülkede Fransa Kralı I. Francis (1515-1547) adına Fontainebleau Sarayı'nın tasarım ve inşasında çalışmıştır. Francis, sanatın hevesli bir hamisiydi ve 1517-1519 yılları arasından Leonardo da Vinci'yi (1452-1519) istihdam etmişti, büyük ihtimalle yeni devasa Chambord Şatosu'nun tasarımına da İtalyan'ı dahil etmişti. Serlio, klasik esintiler taşıyan pilasterli cephesiyle Ancy-le-Franc Kalesi'ni (yaklaşık 1546) tasarlamıştıŕ. Bu kale, Rönesans düşüncelerinin Avrupa'da Anvers'ten Lizbon'a kadar her türlü binada yerel mimari geleneklerle nasıl harmanlandığının tipik bir örneğidir.

Chateau de Chambord
Chambord Şatosu
Mark Cartwright (CC BY-NC-SA)

İngiliz mimar Inigo Jones (1573-1652) İtalya'ya yaptığı bir ziyaretin ardından Palladio'nun özgün çizimlerini toplamış olmakla ünlüdür ve böylece onun tarzını İngiltere'ye tanıtmıştır. Jones, Greenwich kasabasıbdaki Kraliçe'nin Evi ve Londra Whitehall caddesinde bulunan Ziyafet Evi gibi görkemli yapıları 17. yüzyılın ikinci on yılında tasarlamıştır. Palladio'nun tasarımları, sütunlu giriş revaklarının konutlardan kütüphanelere kadar pek çok yapıda kullanılan standart bir özellik haline geldiği İrlanda ve Amerikan koloni bölgelerinde de popüler hale geldi. Hatta Rönesans düşünceleri diğer kıtalara da yayılmıştı. Mimari eserleriyle birlikte yolculuk eden İspanyollar, Meksika ve Peru'da inşa ettikleri yapılarda bu unsurları aynen kullandılar. Aynı işlemi Cizvit misyonerler Hindistan'da ve Asya'nın diğer bölgelerinde gerçekleştirdiler. Bu arada, Avrupa'da 17. yüzyıl, klasik ağırlıklı Rönesans tarzına karşı meydan okuyan yeni bir mimari hareketin habercisiydi. İşte bu çok daha neşeli ve dışadönük olan Barok tarzı idi.

Sorular & Cevaplar

Rönesans dönemi mimarisinin temel unsurları nelerdir?

Rönesans dönemi mimarisinin temel özellikleri, mimari düzenlerin, yükseklik ve genişliğin matematiksel açıdan kesin oranlarının, simetrinin, orantının ve uyumlu birlikteliğin kullanılmasıdır. Her türden yapıda sütunlar, alınlıklar, kemerler ve kubbeler yaratıcılıkla kullanılmıştır.

Rönesans mimarisinin üç dönemi nedir?

Rönesans mimarisinin üç dönemi vardır: Bunlar: Erken (1400 civarı), Yüksek (1500 civarı) ve Geç Rönesans (1520 civarı).

Rönesans dönemi mimari tarzını ortaya çıkaran kimdir?

İtalyan mimar Filippo Brunelleschi (1377-1446) Rönesans mimarisinin babası olarak kabul edilmektedir.

Çevirmen Hakkında

Burak Yildiz
1994 yılında Türkiye'nin güneydoğusunda, Diyarbakır'da doğdum. İstanbul'da yaşıyorum. Mütercim Tercümanlık (İngilizce) mezunuyum. TEDx platformunda 2021 yılından beri Gönüllü Çevirmenlik yapıyorum. Liseden itibaren tarihe çok ilgim var.

Yazar Hakkında

Mark Cartwright
Mark, tam zamanlı yazar, araştırmacı, tarihçi ve editördür. Özel ilgi alanları arasında sanat, mimari ve tüm medeniyetlerin paylaştığı fikirleri keşfetmek yer almaktadır. Siyaset Felsefesi alanında yüksek lisans derecesine sahiptir ve WHE Yayın Direktörüdür.

Bu Çalışmayı Alıntıla

APA Style

Cartwright, M. (2020, Kasım 23). Rönesans Dönemi Mimarisi [Renaissance Architecture]. (B. Yildiz, Çevirmen). World History Encyclopedia. alınmıştır https://www.worldhistory.org/trans/tr/1-19059/ronesans-donemi-mimarisi/

Chicago Formatı

Cartwright, Mark. "Rönesans Dönemi Mimarisi." tarafından çevrildi Burak Yildiz. World History Encyclopedia. Son güncelleme Kasım 23, 2020. https://www.worldhistory.org/trans/tr/1-19059/ronesans-donemi-mimarisi/.

MLA Formatı

Cartwright, Mark. "Rönesans Dönemi Mimarisi." tarafından çevrildi Burak Yildiz. World History Encyclopedia. World History Encyclopedia, 23 Kas 2020. İnternet. 10 Eki 2024.